21 Kasım 2012 Çarşamba

Cocuk da yaparım kariyer de yalanı


Suskunluğumu bir isyan ediş ile bozmak istiyorum. Türkiye'ye döneli 6 ay oldu. 6 aydır çalışan bir anneyim. Ben ki çalışmayı bu kadar severim, çalışan anne olmayı hiç sevmedim. 

Tuğra'yı sabahları okula bırakırken ki o mahsunluğuna dayanamıyorum. Hasta olunca işten izin alabilmek için bin takla atmaya dayanamıyorum. Öğle tatillerinde alışveriş merkezlerinde çocuğu ile gezen annelere bakmaya doyamıyorum. İş yerinde çocuk sesi duyunca içimin hop etmesine dayanamıyorum. Çalışmayan annelerin çocukları ile doya doya vakit geçirmelerine gıpta ediyorum. Eve gelir gelmez butun zamanımı enerjimi Tuğra'ya harcıyor, arayı kapatmaya çalışıyorum ama ne ona yetiyor ne de bana biliyorum.

Kariyer mevzuuna gelince. Bizim meslekte  mesai bitti mi işten çıkılmıyor bazı zaman. Aslında çoğu zaman  ben eve iş götürmek pahasına çıkmayı tercih ediyorum. Mesaiye kaldım diyelim, oğluşumla geçirdiğim akşam mesaisinden feragat etmek zorunda kalıyorum.

İsyanlardayım. İşi bırak evinin hanımı ol deseler, düşünmeden bırakır mıyım, onu da sanmıyorum. 

Çalışmayan anneliği de tatmış bir insan olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, evde çocuğuna kendin bakmak güzel olmakla beraber inanılmaz sabır gerektiren, zaman zaman insanın kendini sokağa atasını getiren bir durum. Ama düzeni tutturunca, arada nefes alacak zamanlar yaratınca harika bir doyum.

Çalışan anne olmak ise psikolojik bir yük insanın üstünde. Sabah işe koş, akşam gel evde koş, çocuğu uyut yemek yap, vaktin kalırsa kendin için 1 saat ayır, uykusuz kal, ama herşeyi yarım yamalak yap. Ne kariyerine asılabil, ne evine, ne çocuğuna, ne kendine. Hepsinden bir gıdım ama yarım yırtık. 

En kötüsü de sürekli bir sorgulama içinde olmak. 

Ben sevmedim bu hali. İdeali bu değil. Ha hangi insan ideal hayatı yaşayabiliyor orası ayrı mevzu. Ama ben çocuk da yaparım kariyer de diyenlerden değilim. Bu şartlarda çocuk da yarım kariyer de..

8 Eylül 2012 Cumartesi

Cocuksuz ilk tatil

Iki yil Tugra ile yapisik yasadiktan sonra Turkiye'ye donusumuz ile birlikte pek cok ilke imza attik. Tugra benden ayrildi, okula basladi vs. Ama sanirim en buyuk ilk Tugra'yi 3 gunlugune babaannesine birakip Serdar ile basbasa tatile gitmek oldu.

Ilk adim olarak Tugra'yi psikolojik olarak duruma hazirladik. Ona babaannesine tatile gidecegini, anneyle babanin isinin oldugunu, biz yokken babaannesi ile uyuyacagini, anne ile babanin sonra gelecegini, zaten annelerin babalarin cocuklarini cok sevdiklerini, bir yere gittiklerinde sonra geri geldiklerini basa sararak gunler oncesinden tekrar ettik. Tatil icin biz valizimizi hazirlarken o da kendi valizini hazirladi.

O gun geldi catti. Bizimki zaten sabahlari bizden ayrilmaya, biz de ondan ayrilmaya alistigimiz icin ayrilma faslinda sorun yasamadik. Hatta basta bana tatile gidiyormusuz gibi bile gelmedi. Ne zamanki havaalaninda annelerinin yaninda cocuklari gordum, bana birseyler dank etti. Butun cocuklari gidip sevesim, konusasim, oynayasim geldi.

Benim onceden kendimi duruma hazirlama, durumu kabullendikten sonra da hayiflanmama huyum vardir. Ya Tugra'yi birakip gitmeye razi olmam, ya da biraktiysam da ahlanip vahlanmam. Aynen de oyle oldu. Icimde bir huzursuzluk yoktu. Dolayisiyla Serdar'in "Nasil da biraktik minik yavrumuzu" vari arabesk soylemlerine kulak asmadim.

Tugra tahmin ettigim gibi butun gun keyifle babaannesi ile oynamis, yemeklerini yemis, gel gor ki gece uyuma vakti geldiginde "annemle uyuyacagim" diyerek kiyameti sokmus. Babaannesinin ustaca kriz yonetimi sayesinde sorun kisa surede cozulmus, bizimki uyuyakalmis. Gece uyanip yaninda babaannesini gorunce, karanlikta saskinliktan "sen kimsin?" diye sormayi ihmal etmemis. Ikinci gece ise o da durumu kabullenmis ve daha kolay uykuya gecmis. Ama hem ona hem bize iki gece yetti. Zira ucuncu gece ben de huysuzlanmaya baslayabilirdim.

Gelelim tatili gecirdigimiz otele. Nereden baslasam bilemiyorum. Oludeniz'de el degmemis bir koya doganin dokusu bozulmadan yerlestirilmis luks cadirlardan olusan, cocuklarin alinmadigi, konsepti basbasa tatil uzerine kurulu Perdue adinda bir butik otel. Perdue Fransizca "kayip", Italyanca ise "iki kisilik" demek. Bu otel icin daha guzel bir isim dusunemiyorum, cunku Perdue'nun yolu yok. Bir yere kadar araba ile gidebiliyorsunuz. Ordan sizi arazi araci ile otele goturuyorlar.

Manzara ve doga o kadar harika ki, kendinizi cennette hissediyorsunuz. Otelin cadirlari, restorani, havuzu, bari, guneslenme yerleri, odalari kisacasi her yeri manzaraya doymanizi saglayacak sekilde konumlandirilmis. Oyle ki deniz gormemeniz icin bayagi bir ugrasmaniz gerek. Denizin harikaligindan bahsetmiyorum bile. Sadece diyebilecegim, basbasa tatil icin bicilmis kaftan. Biz gorduk begendik, siz de gidin gorun. Buyrunuz Perdue'den manzaralar...







16 Ağustos 2012 Perşembe

Krese giden cocuk sendromu

 Tugra neredeyse iki aydir tam gun krese gidiyor. ABD'de krese baslamis olmasinin burada krese baslarken bir avantaj olacagini dusundum basta. Krese baslamadan once Tugra'da bir heves de vardi nitekim. Sonucta okulun oyun, oyuncak, arkadas demek oldugunu ogrenmisti. ABD'de son donemlerde kresten almaya gittigimde eve donmek istemiyor ve hatta huysuzluk yapiyordu.

Gel gor ki o kadar da kolay olmadi Tugra'nin krese alisma sureci. Daha dogrusu yeni duzene alisma sureci desem daha dogru olur. Cunku ABD'deyken sadece iki yarim gun gidiyordu krese, tadi damaginda kalarak da eve donuyordu. Burada ise bes tam gun gitmeye basladi. Bildigin mesai. Ustelik bizimkinden de uzun suren bir mesai. Bununla birlikte, iki sene annesiyle dipdibe burun buruna yasadigi balayi donemi de sona erdi. Bence onu en cok zorlayan o  oldu. Ustelik  krese yeni basladigi donemde okuldan onu almaya gidemem ve hatta eve gec donmem de tuzu biberi oldu.

Sabahlari bizden zor ayriliyordu. Gerci ben "gaddar anne" oldugum ve aglamalarina kulak asamayarak "hadi aksama gorusuruz" diyerek arkami donup gittigim icin, ben gider gitmez susuyormus. Amma hincini aksam bir guzel aliyordu kendisi benden. Aksamlari bir saat suren bir huysuzluk saati oluyordu. Ne desen agliyor ne yapsan memnun olmuyordu. Meger bu krese giden cocuk sendromuymus. "sen misin beni birakip giden, al sana" diyerek aglayip anneyi uzmek istermis cocuklar. 

Baslarda anlayis gostermek adina ne dese yapar bir hal almistik. Baktik olmuyor, pasazade cikiyor tepemize ve ustelik huysuzlugunu da gidermiyor, aglamalarina kulak asmamaya, dik durmaya basladik. Bu noktada onemli husus kari kocanin ayni tutumu sergilemesi. Biri yumusarsa minik adam durumu derhal kavrayarak mizikliga devam ediyor. Birkac dik durusla sorunu cozduk diyebilirim.

Bunlari neden yaziyorum. Gecmez dedigimiz, kari koca birbirimize dusmemize sebebiyet veren, cocugu cok mu zorluyoruz krese gondererek diye sorgulatan, icimizi parca parca eden o donem gecti. Artik aksamlari huzurluyuz. 

1 Temmuz 2012 Pazar

Ev hanimligindan calisma hayatina baliklama dalis

Calisan anne olmak mi zor calismayan anne olmak mi? Bu konu ile ilgili pekcok kisi yazip cizmistir. Ben de iki sene once Amerika'ya gidip ev hanimligini tecrube edince yazip cizmistim. Bakiniz "Ev hanimi olmayi istemek", "Calisan anne olmak mi daha kolay calismayan anne olmak mi?".

Iki sene Tugra'yi icime sine sine ellerimle buyuk bir keyifle buyutmus ve ogluna asik bir anne olarak, Turkiye'ye donmemizle birlikte tabiri caizse baliklama is hayatina dalmis bulunmaktayim. Hani baliklama atlamayi bilmessin de suya girince beynine kadar su kacar ya. Iste o kivamdayim.

25 Haziran 2012 Pazartesi

Hayatin gercekleri ile yuzlesmek

Turkiye'ye doneli neredeyse bir ay oldu. Kosturmacadan, hasret gidermekten, yeni hayatimiza adapte olmaya calismaktan henuz kendimize gelemedik ve ben bilgisayarimi kucagima alip rahat rahat bloguma yazi yazmaya ancak vakit bulabildim. Bu bir ayda o kadar cok sey yasadik ki nereden baslasam bilemiyorum. Yol hikayemizden ve adaptasyon surecimizden bahsedeyim.

Neredeyse uc yasinda yerinde duramayan bir cocukla okyanus asiri yolculugumuz gayet sorunsuz gecti. Tugra koca adam gibi kulakliklarini takip ucakta cizgi film seyretti ve bende "bu cocugu alir dunyayi gezerim" hissiyati birakti. Uykusu gelince de aramizda uyudu. Asil macera Turkiye'ye inisimizle basladi. THY personelinin grevi nedeniyle ic hat ucuslarinin cogunun iptal oldugunu, sabah 8 ucaginin oglen 2'de hala kalkmamis oldugunu ogrendigimizde dunyamiz yikildi. Jetlag halimize bakmadan araba kiralayip da mi donsek Ankara'ya diye dusunurken bir anda kendimizi ucakta bulduk ve 1 bucuk saat rotarla da olsa ucagimiz kalkti. 

Eve gelene kadar etrafima bakindim. Hersey biraktigimiz gibiydi. Eskisehir yoluna dikilen birkac uzun bina haricinde iki sene once mahkeme karariyla insaati durdurulmus olan bina bile ayni sekilde duruyordu. Sevdiklerim haricinde Ankara'yi pek de ozlemedigimi fark ettim. Eve gelip kebaplari yiyince biraz daha havaya girdim.

Donusumuz en cok Tugra tarafindan cosku ile karsilandi. Ithaca'da uyumak haricinde pek de vakit gecirmedigi odasinin yaninda burada gepgenis odasini ve yeni oyuncaklarini gorunce ziplamaya basladi. "Biz burada kalalim" bile dedi. Etrafinda onunla oyun oynamaya can atan anneanne, babaanne, amca, hala derken bizimki costu da costu. 

Ilk bir hafta tatil havasinda gecti. Tugra ile oyun oynama, Tugra'ya yemek yapma, uyutma gorevlerimi annelere, bulasik yikama gorevimi gelir gelmez optugum bulasik makineme, temizligi de Fatma Ablama  devrettim. 

Derken ikinci hafta ile basladi kosturma. Benim biran once ise baslamam gerektiginden, Tugra'nin da okula baslamasi gerekti. Hem Tugra icin hem benim icin yeni bir hayat basladi. Iki sene dipdibe yapisik hayatimiz sona erdi. Annesinin kuzusu okullu oldu, ben de calisan anne oldum. 

Ailecek Ithaca'da cennetten kopma hayatimizda mutlu mesut, kosturmacasiz, dertsiz tasasiz, huzurlu hayatimizin sona erdigi aci gercegi ile yuzlestik. Turkiye gercegi ile, buyuk sehir trafigi ile, mutsuz Turk insaninin asik surati ve azarlayici tavri ile yuzlestik. Yanlis anlasilmasin ulkemi, insanimi bir annenin cocugunu sevdigi gibi seviyorum. Elestirmem, dogrulari soylemem, yakinmam, boyle olmamasi gerektigini dusundugumden, birseyleri degistirmek istememden. Zira Amerika'dan donmus bir insan olarak bu yakinmalarim bazi insanlarda simariklik hissi yaratmadi degil. "Canim bizim ulkemiz de bir baska" denmedi degil. E baska tabii ki. Ama medeniyetten gelince daha cok batiyor insanin gozune cogu sey.

Bazen Amerika'daki hayatimiz bir ruyaymis gibi geliyor. Gozlerimi kapatiyorum, sanki oradaki yatagimizda yatiyormusuz gibi hissetmeye calisiyorum, icim bir hos oluyor. Hayattan iki sene calmisiz, ruhumuzu dinlendirmisiz. Orada gercekten yasiyormusuz, burada gelisine gorev ifa eder gibi yasiyoruz sanki. Hayatimizda hic unutamayacagimiz bir iki sene gecirmisiz. Tugra'yla doya doya vakit gecirmisiz. Daha guzel, saglikli, huzurlu gunlerimiz olur yine umarim. Hissediyorum olucak.



25 Mayıs 2012 Cuma

Basarili Bir Tuvalet Egitimi Hikayesi

Eskiden cocuklar bir yasina gelir gelmez hemen hemen tuvalete otutturulur, tuvalet egitimine baslanirmis. Simdiyse 18 aylik olmadan baslanmamasi, cocuk direnc gosteriyorsa ustune gidilmemesi yonunde telkinlerde bulunuyor doktorlar. Bu bazen annelerin isine de gelmiyor degil. Hazir bezlerin aile butcesinde onemli bir pay olusturmasi bir yana cocugun poposunu pisirmeyen bezler bazen -ozellikle gezegen bir aile iseniz- hayatimizi da kolaylastirmiyor degil.

Sahsen ben doktorlarin telkinlerini kendi lehime kullanmadim degil. Gecen yaz Tugra 18 aylik olmasina ragmen, cok fazla seyahet edecegimizden dolayi tuvalet egitimine baslamayi aklimdan bile gecirmedim. Derken Tugra iki yasina girdi. Bu sefer de okula basladi. Hayatinda onemli bir donum noktasi oldugu icin bir de tuvalet egitimi ile strese sokmak istemedim. Okul stresi de sona erdikten sonra, Tugra da tuvalet egitimine hazir olma sinyallerine bakar oldum. Etrafimdaki insanlar cisini yaptiktan sonra bezinden rahatsiz oluyorsa hazir olabilecegini soylemislerdi. Lakin bizimkinde rahatsiz olmak bir yana, bez degistirmemek icin direnc soz konusu idi. Baktim sinyal minyal yok, beklemeyip kendim girismeye karar verdim.

20 Mayıs 2012 Pazar

Itfaiyeci Tugra

Turkiye'de simdiye kadar bir tane bile itfaiye araci gormeyen ben, koyumuz Ithaca'da her sokaga ciktigimda goruyorum. Zira ABD'de yangin guvenligine ve dolayisiyla itfaiyeye bir hayli onem veriliyor. 20.000 nufuslu Ithaca'da iki adet itfaiye istasyonu bulunuyor. Cocuklara gerek cizgi filmlerle, gerek kitaplarla itfaiyeci olmak ozendiriliyor. Sorsaniz cogu Amerikan erkek cocugu ileride itfaiyeci olmak istedigini soyleyecektir. Bu cabalar sonuc da veriyor ki ABD genelinde insanlar gonullu olarak itfaiyeci oluyorlar. Bunlarin cogunu da ogrenciler olusturuyor.

Okullarin her sene itfaiye istasyonlarina gezileri oluyor. Bundan hareketle minik Tugra bir daha ne zaman itfaiyeci gorur, itfaiye arabasi gorur (mazallah gormesin daha iyi ama) diyerek, arkadasim Leilani ve 4 yasindaki oglu Liam ile birlikte evimizin yakininda bulunan itfaiye istasyonuna gezi duzenledik. Itfaiye istasyonuna gidecegim diye gunler oncesinden heveslenmeye basladi Tugra. Gezi gunu gelip catinca da itfaiye kostumunu giydi ve yola koyulduk.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Assolist Anne

Assolist kimligim, Cornell Universitesi Ortadogu ve Akdeniz Muzik Korosu'nun kis konserinden sonra, kendimi grubun koordinatorune tanitarak, koroya dahil olmamla basladi. Bir arkadasim "Sesin guzel mi?" diye sormustu o zaman. "E Tugra'ya bilimum cocuk sarkisi, ninnisi ve ozellikle "Hatirla Sevgili"yi soyluyorum ya" demistim. 

Uc donem boyunca soz konusu koronun daim uyesi haline geldim. Muzik gercekten ruhun gidasi imis, bunu bizzat tecrube ettim. Calisan insanlar pazartesi sendromu yasarken, ben provalarin oldugu pazartesileri iple ceker hale geldim.

Koroyu Harold Hagopian adli Ermeni bir muzisyen yonetiyor ve her Pazartesi gunu NYC'den provalara katilmak icin gunu birlik Ithaca'ya geliyordu. Kendisi Turk muzigi ile ozel olarak ilgilendigi icin ve koronun pek cok Turk uyesi bulundugu icin repertuarimizda en az 4-5 tane Turkce sarki oluyordu. Bu surec boyunca en cok hosuma giden ABD'de bir universitede cogunlugu yabancilardan olusan seyircilere Turk sarkilari soylemek oldu zaten. Simdiye kadar aralarinda "Sari Gelin", "Adana'nin Yollari Tastan", "Benzemez Kimse Sana", "Lale Devri" ve "Yedikule"nin bulundugu pek cok Turkce sarki soyledik. Turkce sarkilarin yaninda Yunanca, Arapca, Ibranice, Ermenice, Farsca sarkilar da soyledik. Anlamini bile bilmedigim sarkilari, ozellikle Yunanca olanlari, ezbere soyler hale geldim. Yunanca sarkilarin yarisinin Turkce oldugunu da boylece fark ettim. Zira sarkilarin cogunda "Ah merakli, ah yavrum aman" gibi Turkce kelimeler bulunuyordu.


Koromuzun sene sonu konserinin oldugu gun olan 5 Mayis 2012 itibariyle ben de Cornell'in korosundan mezun oldum. Konserin sonunda davul ve zurna ile halay cekildi. Seyircileri bilemem ama ben cok eglendim. Canim oglum Tugra da iki saat boyunca gikini cikarmadan annesini izledi. Turkiye'ye donunce operaya bile goturebilirim bu gidisle kendisini :) 

Ithaca'ya yolu dusen olursa Cornell Mediterranean and Middle Eastern Music Ensemble'in konserlerini kacirmamalarini ve mumkunse koroya katilmalarini siddetle tavsiye ederim.

1 Mayıs 2012 Salı

Ithaca'da yasam rehberi 1- Ithaca'da yasam

Bundan 1 bucuk sene once yeni bir maceraya atildik. Hic bilmedigimiz bir ulkeye minicik oglumuz Tugra ile geldik. Macera dolu Amerika gunlerinin sona ermesine bir ay gibi kisa bir sure kaldi. Beni degisik bir heyecan kapladi. Bir yandan mutlu oluyorum. O kadar ozledim ki ailemi. Sonra buradan atip tuttugum surekli soylendigim canim ulkemi ozledim. Kebaplari, lahmacunlari ozledim. Ankara simidini ozledim. Ozledim iste. Diger yandan, endise duyuyorum. Nasil buraya gelince herseye alismak birkac ayimizi aldiysa Turkiye'ye donunce de ayni alisma surecine girecegiz. Ben calisma hayatina alisacagim. Tugra tam gun okula gitmeye.

Bu bir bucuk senede hayata dair cok fazla sey ogrendim. Ama en onemlisi, insanin herseye alisabildigini ogrendim. Insanoglu eger mutlu olmak isterse her sekilde mutlu olabiliyormus. Zaman su gibi akip geciyormus. Kiymetini bilmek lazimmis.

Daha once Amerika'ya ilk gelisimiz ve sapsalliklarimiz diye bir yazi yazmistim. Simdi bizden sonra buralara yolu dusenler bizim dustugumuz hatalara dusmesinler diye kendimce bir rehber hazirliyorum. Isbu rehberin ilk serisi Ithaca ile ilgili temel bilgilerden olusuyor. Nasil bir yerdir? Gelsek mi acaba, yoksa baska yere mi gitsek? Ucuz mudur pahali midir? Havasi nasildir? gibi sorulara cevap vermeye calisiyor.

27 Nisan 2012 Cuma

Uykuya gecis rutinimiz

Cocuklarda rutin cok onemli. Cunku beklemedikleri birsey oldugunda zor kabulleniyorlar. O yuzden herseyin bir rutine baglanmasi hayati kolaylastiriyor. Rutin disi seyleri de on uyari ile hatirlatmak gerekiyor. Ornegin parktan bir anda "hadi eve gidiyoruz" diyerek isyansiz bir sekilde eve getirmek genelde pek mumkun olmuyor. O yuzden ben genelde 15 dk onceden eve donecegimizin uyarisini yapiyorum. Sonra da "Bak simdi bu kaydiraktan da kay. Sonra eve gidelim yemegimizi yiyelim. Sonra da evde oynariz" diyerek ikna ediyorum.

Degismeyen rutinimizse uyku rutinimiz. Her aksam saat 10 sularinda ayni seyler yasaniyor.
Tugra yatmadan onceki meyve ogununu yer. Sonra uyku oncesi cizgi filmini seyreder. Cizgi film bitince "uyku saati geldi mi?" der. Annesi "evet geldi Tugracim." der. Mama sandalyesinden inmek istemez. Annesi "Ben cikiyorum sen sonra gel bana surpriz yap." der.

Birkac dakika sonra merdivenlerden pitir pitir cikan Tugra, "Surpriiz" diye bagirir. Annesi de coskuyla "Aa Tugra gelmis. Cok mutlu oldum" der.
Tugra lazimliga oturur, annesi iki adet kitap okur. Bizimki cisini yapmadan kalkar, yapmis miyim acaba diye de bakmayi ihmal etmez. Sonra bezini baglatmamak ve uyku surecini uzatmak icin oyalanmaya baslar. Binbir turlu telkinlerle ikna edilir.

Sonra banyoya gecilir. Eller yikanir. Ama su ilik olucak. Yoksa "bu su yumusak degil" der. Derken sira dis fircalamaya gelir. Ben dis macununu surerken "Anne neden su dis macununu eritir?" diye sorar. (Ben daha once ona dis macununu suya tutma, suda erir demistim) Ama her seferinde, istisnasi yok. Dis fircalama fasli bitince macununu ve dis fircasini kutusuna kendi koyar. Annesi koyarsa kiyamet kopar.
Yataga yatilir. Once coraplar cikarilir. Coraplarin dalginlikla anne tarafindan cikarilmasi da bir baska kriz sebebidir. Isik kapatilir, masal anlatilir. Tugra suyunu icer. Sonra da uyku sarkisi soylenir. Masal ile sarki arasinda su icilmesi sart. Su icmeden sarki faslina gecemeyiz. Kathiyen olmaz. Sarkinin bitimiyle birlikte koyun koyuna uyunur.

...Tugra'nin uyudugundan emin olan annesi akrobatik hareketlerle yataktan kalkar. Icinde mesai bitimindeki cosku vardir.

26 Nisan 2012 Perşembe

ABD'den donerken bebek alisverisi

ABD'den donmemize bir ay gibi kisa bir sure kaldi.Donmeden alisveris cenneti olan ABD'den Tugra'ya toplu alisveris planlarimi bebekveben.com'da anlattim. Buyrunuz linki:
http://www.bebekveben.com/2012/04/26/amerikadan-donerken-bebek-alisverisi/

6 Nisan 2012 Cuma

Birkac ani

Surpriiiz

Gecenlerde Tugra'yi ogle uykusuna yatirip Cornell'in kutuphanesine gittim. Son otobusle de eve donecektim. Derken Serdar "sen gelme biz sana surpriz yapacagiz" diye mesaj atti. Ben de bir heves beklemeye basladim. Ama ne zaman geleceklerini bilmiyordum. Tam "niye gelmediniz" diye mesaj atmis, bilgisayar ekranina dalmis bakiyordum ki, arkamdan "supriiiiiz" diye avazi ciktigi kadar bagarmasin mi bizimki. Hem ben hopladim, hem de kutuphanenin sessizliginde isine dalmis butun ogrenciler hopladi. Sonra hafif bir kikirdasma oldu tabii ki. Bense soguktan dondurma olmus Tugra'nin yanaklarina yumulmustum. Bizimki kendi kutuphanesi gibi zannetti orayi da. "Anne hadi titap alalim, cd alalim" dedi. Dedim "yok burasi o kutuphane degil". Sonra beraber ciktik kutuphaneden. Ama bizimkinin yuzunde bir gulumseme, bir mutlu bir mutlu. Cok hosuna gitmis. Onun kucuk dunyasi icin bir macera idi annesine kutuphane de surpriz yapmak. Butun gun hatirlayip hatirlayip guldum. Buraya yaziyorum ki sonra okuyup tekrar guleyim diye :)

Senarist Tugra


Tugra ile oyun oynamak artik iyice zevkli bir hal almaya basladi. Oyunlarimizin en onemli ozelligi senaryosunun Tugra tarafindan yaziliyor olmasi. Basrolde kendisi, yardimci rolde annesi. Heyecanli heyecanli basliyor anlatmaya: "Simdi ben gideyim. Sen arkamdan agla 'gitme gitme, gel' de. Sonra ben 'mama almaya gidiyorum, gelicem birazdan diyeyim'. Sonra gelip sana sarilayim".
Asil komik tarafi, bazen ben dalmis baska birsey dusunuyor oluyorum. Bizimki surekli senaryo yazma halinde oldugu icin her zaman konsantasyonum tam olmuyor. Yardimci oyuncunun kafasi mesgul anlayacaginiz. Derken bizimki senaryoyu anlatmis oluyor, ama ben tam anlamamis oluyorum. Vay mi ki dogru oynamadim. Eyvahlar olsun, kopuyor kiyamet. "Ay tamam ozur dilerim hadi bir daha anlat" diyorum da saolsun beni kirmiyor :)

Oyle bir anlasma yapalim


Tugra'nin dilinden dusmeyen bir cumle. "Tamam mi anne oyle bir anlasma yapalim". Zira surekli muzakere halindeyiz.
-Parka gidelim anne
-Ama simdi yemek saati
-Ben yemegimi yiyeyim guzelce televizyon seyrederken, sonra gidelim. Tamam mi anne oyle bir anlasma yapalim.

Ya da benim onerimi begenmezse "yoook anne oyle bir anlasma yapmayalim" diyerek isyan ettigi de oluyor kendisinin.

Yumacik yumacik


Ben ne kadar Tugra'nin yanaklarina yumulmayi seviyorsam, Tugra da benim kollarima yumulmayi seviyor. Ne zaman t-shirtumu cikartsam, bizimki kikirdamaya basliyor. "Anne sevebilir miyim yumacik yumacik?" diye sokuluyor bana. "Ben anne ile yumacik yumacik uyuyacagim" diyerek babasini gonderiyor yanindan bazen.

Dis cikardigi bir donemde bir gece aglayarak uyandi. Gittim yanina. "Su ister misin?" "Yok" "Sarki soyleyeyim" "Yok" "Kucagima alayim" "Yok" Ne yaptiysam susturamadim. Derken kafamda yanan ampulun etkisiyle cikardim t-shirtu. Bizimki birak aglamayi kikirdamaya basladi ve sokuluverdi bana. Oy ben de yedim onu.

26 Mart 2012 Pazartesi

Tugra=Babasi

Tugra dogdugundan beri ayni esprilere maruz kaliyorum.

- Bir cocuk babasina bu kadar mi benzer, sen tasiyici anne misin?
- Kopyalayip yapistirmissiniz siz. vs vs.

Bazen de Tugra'yi gorenler biraz sevip sirinlik yaptiktan sonra, "Cok tatli maasallah, cok da yakisikli" deyip bir bana bir babasina bakip, "ayni babasi ama" demiyorlar mi. Hayir birsey degil bizimki bir havalara giriyor :)

Evet dogru. Tugra ayni babasina benziyor. Kasi, gozu, bakisi, gulusu. Ama en belirgini kulaklari :)Serdarin kulaklarinda fare yemis gibi kesikler vardir. Tugra dogdugunda ilk fark ettigimiz sey kulaklarindaki kesiklerdi. Hayret etmistik. Canim babam da hala "Bak Berrak gozleri benziyor sanki" diyerek bana benzetmeye ugrasiyordu. Sanki benzeyince ne olacaksa.

Ama benim asil takildigim, fiziksel ozelliklerden ziyade, huy benzerligi. Yani sonradan kazanildigini zannettigim bazi ozellikler meger dogustan olabiliyormus. Misal:

- Serdar soslu kremali seyleri hic sevmez. Bol soslu makarna, kremali pasta, sulu kofte vs. Boyle birsey genetik olabilir mi? Gayet de veriyorum Tugra'nin onune ama yemiyor pasa. Okulda kurabiye yapmislar. Ustune krema surup, seker dokeceklermis. Bizimki krema istememis, ama sekerlerini almis.

-Serdar cok temkinli dikkatlidir. 2 bucuk yasindaki cocuga temkinli olmayi dikkatli olmayi ne kadar ogretebilirsiniz. Eger icinde yoksa 30 defa da soyleseniz temkinli olmaz. Allahtan benim oyle bir derdim yok. Bizimki dogustan temkinli. Misal karsidan karsiya gecerken araba gelirse diye kucagima tirmanir, disari gittiysek, "anne oyuncagimi unutma, anne cantan nerde?" diyerek surekli kollama yapar. En son kabinde pantalon denerken, cebimden arabanin anahtari dusmus. Ben fark etmedim bile. Bizimki "anne anahtari dusurdun." dedi. Bizimki benim arkami topluyor anlayacaginiz. 

Arada kendime benzettigim ozellikler de oluyor. Ama genelde bunu Serdarla paylastigimda "bosuna cirpiniyorsun, ayni bana benziyor" diyip beni sinir ediyor :) Halbuki ben degil miydim hamileyken "ayni sana benzesin" diyen.

Kim ne derse desin, gezmeci tosun olma ozelligini benden almis. Ben kucukken bahcede oynarken annem evden bir daha birakmazsa diye su icmek veya karnimi doyurmak icin bile eve gitmezdim. Artik hava kararirdi da annem "yastigini yorganini da atayim mi asagiya" derdi. Babaannem "Bugun hava soguk disari cikmak yok" derdi. O namaza durunca, hoop ben kapiyi cekip atardim kendimi disari. Annem tatilden donerken, "oh be eve geldik" diye sevinirdi de hic anlamazdim. Bana gore bir tek uyumak icin eve girsem yeterdi.

"Gezmeye gidelim." diyerek uyanan bir oglum var. Acaba kendim gezmeci oldugum icin onu da cok gezdiriyorum, ondan mi alisti bilmiyorum. Ama biraz da genetik bence. Sonuc olarak, kucuk Serdar annesi gibi gezmeyi seviyor :)

15 Mart 2012 Perşembe

Guzel bir gun


Bu sene havalara taktim kafayi. Bize buraya gelmeden once herkes destansi bir kis yasandigini soylemisti. Nitekim de ilk geldigimiz sene bayagi bir kar gorduk. Asiri sogugu ve dondurucu ruzgari da tecrube ettik. Ama bu sene kisi Turkiye'ye gonderdik sanirim. Butun kis Turkiye karlar altindayken, biz Ankara icin bile hafif denilecek bir kis gecirdik. Evet kar yagdi, ama iki gun sonra hava isindi ve karlar eridi. Subat ayinda hava guzel oldugu icin Tugra'yi parka bile goturdum. En cok kisin gec gelmesinden korkuyordum, ama o da olmadi. Mart ayi itibariyle bahari yasamaya basladik. Evimizin onundeki agaclar bile filizlendi. Hava sicakligi bugun 24 dereceye cikti.

E havalar guzellesince biz de kendimizi parka bahceye attik. Ithaca "Parmak goller bolgesi" (Finger Lakes Region) denilen bir bolgede yer aliyor. Zira bolgenin en buyuk gollerinden biri olan Cayuga golu bir golden ziyade durgun bir nehri andiracak uzunlukta. Dolayisiyla gol kenarinda birden cok park var. Gectigimiz Pazar gunu Taughannouck Falls parkina gittik.

Soz konusu parkin bir bolumunde Taughannouck selalesine giden bir yuruyus parkuru bulunuyor. Diger tarafinda ise gol kenarinda bulunan bir park. Tugra gibi suya tas atmaya bayilan bir cocuk icin birebir. Zira biz bir kenarda otururken, o suyun en kenarina kadar gidip istedigi kadar tas atip oyalanabiliyor. Ayrica gol manzarali bir cocuk parki bulunuyor. Alabildigine cimlik alanda top oynayip kosturabiliyor.


Taughannouck'a gidince genelde karnimizi yakinlarda kofte ekmegi andiran hamburgerleri bulunan Glenwood Pines Restaurant'ta doyuruyoruz. Sonra da ustune dondurma yemege gidiyoruz. Amerikan mutfagi diye birsey yok evet. Bir tek hamburgerleri var. Bir de koca porsiyonlu, oldukca lezzetli ve gorece cok ucuz olan dondurmalari. Bizim gittigimiz dondurmaci -Cayuga Lake Creamery- dagin basinda bulunan ama araba park edecek yer bulunamayacak kadar dolu olan bir dondurmaci. Bahcesinde de cocuklar icin ahsaptan bir tren bulunuyor. Dondurmamizi yedikten sonra Tugra trenin icine girdi, cikarmak icin bayagi zor ikna ettik.




Turkiye'ye donmek icin geri sayarken, buradaki son gunlerimizin tadini cikariyoruz. Guzel havalar da bize kiyak geciyor. Son noktayi, gecen sene bu zamanlardan bir fotograf ile koymak istiyorum.


9 Mart 2012 Cuma

Cocuklugumdan kalan icimdeki ukte

Ben Ankara'da apartman cocugu olarak buyudum. Evimizin yakininda cocuk parki yoktu. Mahallenin cocuklari toplanirdik, evimizin arkasinda araba parki olarak da kullanan bahcede oynardik. Eger gelmeyen olursa da camina gider sesimizi duyurana kadar bagirirdik. "Bahaaar, Bahaaaar, gelsene" diye. Okulda tenefus aralarinda ip atlar, aksam eve gelince ustumuzu degistirir,  tekrar bulusur, ip atlamaya devam ederdik. Sabahtan aksama kadar ip atlardik kisacasi :)

Derken biraz daha buyuduk. Arkadaslarimdan biri paten aldi. Ben de ozendim tabii ki. Denememe de izin vermisti sagolsun. Sonra ben de paten istedim annemlerden. Annemler "Kizim nerede kayacaksin? Bak sonra dusersin. Bizim evimizin bahcesi musait degil." ve daha pek turlu endiselerle beni vazgecirmeye calistilar. Halbuki haklarini yiyemem. Hemen hemen her istedigimi alirlardi. Ben de oyle ac gozlu coksey isteyen bir cocuk degildim ama. Neyse tabii ki beni yildiramadilar. Allem ettim kallem ettim, paten aldirmaya goturdum annemleri.

Oyuncak mi oyun mu?

Tugra'nin oyuncaklari her gecen gun cogalmakta. Sadece oynasin diye oyuncakciya yaptigimiz ziyaretler sonucu buyuk kucuk mutlaka oyuncak ile donuyoruz eve. Her gittigimizde almamaya calisiyorum. Her zaman oyuncak alinacagi hissine kapilmasin diye. Tutturmuyor da sagolsun. Biliyor cunku o zaman olmasa baska zaman oyuncak alinacagini.

Evde genelde oyuncaklarinin hepsi disarida olmuyor. Bir kismini sakliyorum. Ozellikle ilgi gostermediklerini. Sonra cikardigim zaman kiymete biniyor. Yeni oyuncakmis gibi seviniyor, bir sure kendi kendine oynuyor. Ama son zamanlarda oyuncaklarin fazlaliginin onu oylamaya yetmedigine karar verdim. Daha cok oyun istiyor Tugra. Bu oyunlari bazen oyuncaklari ile oynuyoruz bazense hayali oyuncaklarla oynuyoruz. Hatta hayali oyuncaklarla oynadiklarimiz sanki daha cok hosuna gidiyor. Hayali dinozoru eline aliyor, yemek yediriyor. Havada ucan hayali kelebekleri yakalamaya calisiyor, ucmasinlar diye elini simsiki kapatiyor, sonra bana veriyor. Ben tekrar ucuruyorum. Daha neler neler...

Ya da bir oyuncaga ilgi duymadiginda, o oyuncagi kullanarak bir oyun icat ediyorum. Mesela arabalari kaydirmasi icin kaydirakli bir oyuncak aldik. Oyle aman aman ilgi gostermedi. Sonra ben arabalarini aldim. "Bak arabalar arkadas olmus, gezmeye gidiceklermis. Parka gitsinler mi?" diyerek oyun baslattim. Kaydiraktan sirayla arabalarini kaydirmaya basladi. Cok da hosuna gitti. Arabalar dusunce de "Aa bak kaydiraktan dustu, agliyor dedim." Bizimki yuzunde sefkat dolu bir ifade ile arabasini opmesin mi? O gun bugundur o oyunun adi "kayan arabalar" oldu.

Bazen oyuncagi anne baba olarak kendimize aliyormusuz gibi hissediyorum. Oyuncakciya gidince Tugra kadar benim de istahim kabariyor. Hepsini alasim geliyor. Ama biliyorum. Tugra icin oyuncaklarin fazlaligi degil onemli olan. Onun icin oyun onemli. Oyuncak sadece bir arac.

21 Şubat 2012 Salı

Gamze Anne

Anne olmak bir kadinin basina gelebilecek en guzel sey evet ama bir o kadar da zor ve agir bir gorev. Uykusuz geceler, iki yas sendromu, ergenlik vs degil kast ettigim. Anne olmak bir kadinin artik kendi hayatini ikinci plana atmasi demek. Kafasi atinca cekip gidememesi demek. Mutsuzlugunu, gozyaslarini evladindan saklamasi demek. Evladi icin mutlu olmaya zorunlu hissetmesi demek. Anne olmak bir kadin icin artik kendinden gecip evladi icin yasamasi demek.

Gamze Akbas da kendisi icin degil uc yasindaki oglu icin yasamak isteyen bir losemi hastasi. Birkac hafta once Facebooktan bir arkadasimin Gamze Akbas'in "Seyahate giden anne gibiyim" yazisini paylasmasi ile ogrendim onun hikayesini. Hic tanimadigim ama benim gibi anne olan birisi icin agladim. 

3 Şubat 2012 Cuma

Patron kim?

Tugra cok yaramaz, insani cileden cikaran bir cocuk degil. Hic hakkini yemeyeyim. Ama yine de istedigim kivamda degil otoritem. Biraz da fazla mi abartiyorum bilmiyorum. O da bir cocuk sonucta. Ya da cok mukemmellikyetciyim, ama aslinda mukemmel sekilde mukemmel olmayan bir anneyim.  Zira iki bucuk yasindaki oglum Tugra'ya birsey yaptirmak ya da yaptigi birseye engel olmak icin cebellesiyorum. Bazen gurur meselesi yapiyorum, gereksiz yere sinirleniyorum. Simdilik kendimce gelistirdigim yontemler var.

22 Ocak 2012 Pazar

Cocukla cocuk olmak


Kis geldigi icin gezegen Tugra ve annesi olarak eskisi kadar disari cikamiyoruz. Zira hava bazen -15 dereceye kadar iniyor. Dolayisiyla daha fazla evde zaman geciriyoruz. Iki bucuk yasinda, isi gucu oyun ve muzurluk olan ve hatta icinde enerji motoru oldugundan suphelendigim canim oglum Tugra'yi oyalamak ise bayagi bir enerji ve hayal gucu gerektiriyor.

Birgun Tugra'yi oyalamaya calisirken kendi kendime "onun kadar ben de eglensem, onu oyalamak hic zor olmazdi"derken buldum. Ben de "cocukla cocuk" olmaya karar verdim. Cocugunuzun olmasinin en guzel yaninin cocukca hareketler yaptiginizda birinin sizi yadirgamasindan ziyade cocugunuzun size kikir kikir gulmesi oldugunu fark ettim.

17 Ocak 2012 Salı

Dil gelisimi


Geveze Tugra 10 bucuk aylikken konusmaya basladi. Gordugu butun lambalari isaret parmagi ile gosterip "mmba" diyordu. Sonra eliyle bir yapip "bir" demeye, hatta uc dedikten sonra "dot" demeye bile basladi. Bir basladi tam basladi diyebiliriz. Sonrasi corap sokugu gibi geldi. Papagan misali ne desek tekrar ediyordu. En komigi kendi kendine komut verisiydi: yerden kalkarken "kak", otururken "otus", resim yaparken "boya"...

8 Ocak 2012 Pazar

Amerika'ya ilk gelisimiz ve sapsalliklarimiz

Yaklasik  bir bucuk senedir Amerika'da yasiyoruz. Turkiye'ye donmemize alti ay kaldi. Gecen gece Serdarla kendimizi "Vay be ne cabuk gecti, artik donuyoruz" derken bulduk. Sonra aklimiza ilk geldigimiz zaman yasadigimiz sapsalliklar geldi.

Varan 1:  Ucak yolculugu sandigimizdan iyi gecti. Canim Tugracim sanki kirk yildir ucaga biniyormus gibiydi, hic sorun cikarmadi. Gelir gelmez yol yorgunlugu 4-5 saatlik Ithaca yoluna gitmeyelim diye onceden NYC'de otelimizi ayarlamistik. JFK havalanindan Manhattan'a nasil gidecegiz diye dusunurken, nedense taksiye guvenemeyip  kendimizi otobuse attik. Tugra zaten "jetlag" modunda nereye koysan uyur vaziyette idi. Derken otobusten indik. Serdarcim 36. caddedeki Sheraton nerede diye otobus soforune sordu. O da sanki cok yakinmis gibi tarif etti. Biz de Manhattan'i avuc kadar yer zannettik zaar :) Yanimizda iki tanesi devasa buyuklukte olmak uzere 4 valiz ve bir de bebek arabasi vardi. Serdar bir parti bavulla otele gitti, biz de Tugra ile orada bekledik. 15 dk gecti yok, yarim saat gecti yok, 45 dk gecti yok. Hava da kararmaya basladi. Beni bir stres aldi. Derken yanimda cep telefonumun, pasaportumun ve bir cent dolarimin olmadigini fark ettim. (Halbuki Serdar kac defa pasaportunu sana vereyim demisti, evet benim hatam kabul ediyorum) Derken ben yol yorgunlugunun da etkisiyle aglamaya baslamaz miyim? Gelen gecen "ne oldu yardima mi ihtiyaciniz var" diye soruyor. Ben de "ohoho kocam kayboldu" diyerek agliyorum. Simdi hatirlayinca cok guluyorum halime. 1 saat belki daha sonra Serdari gordugumde boynuna sarilip daha da icli agladigimi hatirliyorum.